“ALİ HAYDAR TİMİSİ İLE SÖYLEŞİ”

                                                            Selçuk ERAT

1.Müzik tutkusu nasıl doğdu sizde? Nasıl başladı bu ilgi?

– Bildiğiniz gibi ben Sivas Divriği’li bir aileden geliyorum. Divriği bölgesi geleneksel halk kültürü ve halk müziğinin Anadolu’da yaşatıldığı en önemli yörelerden biridir. TRT Türk Halk Müziği Repertuar Arşivlerine bakıldığında bu tüm açıklığıyla da görülmektedir. Aşık Veysel ve bunun dışında da pek çok nitelikli halk ozanını yetiştirerek kültürümüze kazandıran bir yöredir Divriği. İşte benim ailem de bu kültürün içerisinde yoğrulmuş insanlardan oluşuyor.  Öncelikle müzik ve edebiyatla olan yakınlığımın temeli bu kültürü yaşayan bir ortam içerisinde yetişmiş olmamdan kaynaklanıyor. Örneğin babam, amcalarım amatör olarak da olsa müzikle ilgili kişilerdir ve her biri en azından bağlama çalmayı bilirler. Bunların etkisi çok fazla olmuştur müzikle olan bağımın kurulmasında. Ancak tabii benim onlardan biraz daha farklı bir boyutum oldu. Lise yıllarından sonra konservatuarı kazanarak kendimi bu alanda daha profesyonel ve akademik bir eğitim alanının içinde buldum. Bu eğitim de bana 1994 senesinden itibaren özellikle halk müziği ve geleneksel halk kültürü üzerine pek çok akademik ve sanatsal çalışma yapma imkanı sağladı.

2-Bugüne kadar “Emeğimsin” ve “Umut” adlı iki başarılı albüme imza attınız. Bu albümlerden söz edebilir miyiz? Doğumlarından, çıkışlarına, heyecanlarından albümler oluşurken yaşananlara kadar, neler oldu?

Emeğimsin adlı albümden başlayalım isterseniz. Bu albüm uzun yıllar süren çalışmaların ilk meyvesiydi. Özellikle insanların karşısına beni ilk olarak çıkarması ve yapım aşamasında müzisyen dostlarımın bir imece ruhuyla çalışması açısından da benim için çok değerlidir. İlk bestelerimin ortaya çıkışından 2002 senesine kadar olan eserlerimi ince bir taramadan geçirerek oluşturduk repertuarı. Doğrusunu isterseniz altyapıları ve enstrümanları biraz deneme yanılma metoduyla belirledik diyebilirim. Ancak yaptığımız işe olan sevgimiz ve birbirimizle olan dayanışmamız böyle güzel bir sonuç doğurdu. O albümde seslendirdiğim bestelerimin bir çoğu sonraki yıllarda pek çok sanatçı tarafından seslendirildi. Hala da yeni albümlerde seslendirilmeye devam ediyor. Umut adını verdiğimiz ikinci albüm ise Emeğimsin’e göre çok daha farklı bir yapıya sahip. Çünkü Emeğimsin’in çıktığı 2002 senesinden Umut’u yayınladığımız 2005 senesine kadar geçen 3 sene içerisinde 15 e yakın yeni albümde müzik yönetmenliği ve aranjörlük yaptım. Tabi bu kişisel gelişim sürecime çok olumlu bir katkı oldu. Dolayısıyla yine bir imece ruhuyla çalışmamıza rağmen eserlerin düzenlenmesi ve kullanılan enstrümanlar bakımından çok daha profesyonel bir çalışma çıktı ortaya. Bu albüm de geniş kitlelere ulaşmasa bile müzik adına rafine bir kulağa ve estetik değer yargıları gelişmiş nitelikli bir dinleyici kitlesine ulaştı. İki albüme de emeği geçen tüm müzisyen dostlarıma bu vesile ile bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.

3-“Bir Deli Mavi” adlı bir şiir kitabınız da var. Şiir hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Bir Deli Mavi de yine yıllardan beri içerisinde yoğrulduğum özellikle halk edebiyatının bana kazandırdığı bir başka yeteneğin ürünü olarak 2002 de çıktı. Uzun yıllardır yazarak biriktirdiğim şiirleri 2001 senesinde çeşitli yazar ve şairlerle paylaşmaya başladım. Bu konuda onların görüş ve eleştirilerini almak benim için önemliydi. Çünkü yaptıklarımı bu sayede daha ileriye götürebileceğimi biliyordum. Bu amaçla hazırladığım dosyaları okuyan yazar ve şair dostların büyük bir çoğunluğu bu şiirlerin artık olgunlaşma sürecini tamamladığını söyleyerek beni yüreklendirdiler. Bazı eleştirileri de değerlendirerek şiirlerin hepsini tekrar gözden geçirdim ve Bir Deli Mavi adlı bu ilk kitabı Günizi Yayıncılık’ta yayımladık. Yine albümlerde olduğu gibi insanların beğenisiyle karşılaştım. Bu beni daha da motive ederek şiirde başladığım bu yolculuğu daha da hızlandırmama yol açtı. Şu anda yeni şiir kitabının çalışmasını tamamladım. Yakında şiir severlerin karşısına bu yeni kitapa çıkmaya hazırlanıyoruz.

4-Sık sık şiir yazar mısınız? Müziğinizle şiirleriniz arasında nasıl bir ilişki var?

Çok sık şiir yazdığım söylemez doğrusu. Ama bazen günler boyunca arka arkaya bir sürü şiir yazdığım oluyor. Bunun sebebi farklı alanlarda çok fazla çalışmayı birden yürütüyor olmam olabilir. Mesela bir dönem yeni bestelerimi aranje edip stüdyoda sabahladığım bir döneme giriyorum, veya 6-7 albümden oluşan bir başka projem var onun çalışmalarına başlayınca kafamdaki diğer çalışmaların tamamını silmek gerekebiliyor. Onun için bazen aylarca hiçbir şey yazmadığım da oluyor. Ama bu işleri yaparken şiiri asla ihmal etmiyorum. Çünkü bu bir birikim işi. Şiir kağıt ve kalemle buluşmadan önce insanın beyninde demlenen bir sanat dalı diye düşünüyorum. Bende de bu birikme ve demlenme süreci tamamlandığında mısralar kendi kendine kalemimden dökülmeye başlıyor zaten.

5-Kitabınızdan bir şiirinizi paylaşır mısınız bizlerle?

O zaman yeni çıkacak olan kitabımdan bir şiiri paylaşalım okuyucularımızla.

BÜYÜR GÖZLERİ YALNIZLIĞIN

Geçen zamanın koynunda,

Büyür gözleri yalnızlığın

Karanlık koridorlar, aç susuz sevdalar

Çırılçıplak bir ölümdür aşk

Eşkalinde, hiç kimsenin taşıyamadığı hüzünler

Gözlerinde, dünyanın bütün şiirlerinin özeti

Tam da gelip sarılmışken sevda yerinden hayata

Kimsesiz bir yolda bulunur cesedi

Ve cenaze töreni bir maskeli balodur

Herkesin yüzünde bir başka yalan

Ağladıkları kendi yalnızlıklarıdır

Gözyaşları kendi yalanlarından ibaret

Kördüğüm bir yaradır ayrılık

Kum gibi bedenimizde dağılan

Ve kara sevdaların öyküsüdür bu

Gözlerimizden sağılan

Aslında farkımız yok okyanuslar ortasındaki balıktan

Yalnızız fırtınalar ortasında,  filikasız, dümensiz

Saçlarım yapraklar gibi kuruyup kalır

Yüreğim sonbahar sarısı azgın bir deniz

Tortusunda yılların çilekeş öyküsü

Kaçıp kurtulmaya derman gerek

Yollarına düşmeye ferman

Haramiyiz

Kendi yüreğimizle kanlı bıçaklıyız

Yada evrenin en derininde bir yıldız gibi

Birkaç bin yıl uzaktayız düşlerimizden

Gelip sarılsa koynumuza bu kara sevda

Sanki kan damlayacak gözlerimizden

 

Böyle yazıyorsak öyküsünü hayatın

Deşip çıkarıyorsak umudu toprağın koynundan

Yağmurlar altında düşsüz, soluksuz

Kör bir bıçak gibi huysuzsa bedenimiz

Ve sıyrılmayı bekliyorsa kınından

Bırak aşsın bu dağları yüreğimiz

Aşsın ki bulup çağırsın sevdaya

Ve tutup insan tarafından ellerini senin

Alıp getirsin yangınlar ortasına

Bir yaralı gül gibi gülşen eylesin

Gözlerin hasretin en güzel rengi

Bırak türkümüzü onlar söylesin

6-Bestelerinizden de söz edelim. Kimler okudu çalışmalarınızı?

Yaklaşık 7-8 seneden beri başta halk müziği dalında olmak üzere pek çok sanatçı var bu isimlerin arasında. Birkaç örnek vermek gerekirse Özlem ÖZDİL, Maksut FERYADİ, Yavuz BİNGÖL, Arzu ŞAHİN, Nuray HAFİFTAŞ, Funda ARAR, Yeninur ADA, Nurettin GÜLEÇ vb

.7-Beste yaparken neler etkiliyor sizi, nasıl bir ortamda çalışıyorsunuz?

Aslında benim beste yapmam için özel bir ortam gerekmiyor. Çünkü bir beste yapmak için oturup çalışmıyorum. Örneğin yolda yürürken, herhangi bir yolculuk esnasında veya bağlama egzersizi yaptığım bir anda birden bire başlayan bir süreç bu. Önemli olan ana temayı yakalamam. Bu olduktan sonra sözleri ve müziği birlikte yazarak yapıyorum bestelerimi. Bu sayede eserlerimde hem prozodi hataları da en aza indirgenmiş oluyor hem de kendi ruh halimi ve anlatmak istediklerimi bestelerime birebir yansıtabiliyorum. Beni etkileyen şeylere gelince; aslında az önce de bahsettiğim gibi bu bir birikim ve demlenme süreci. İnsanın yaşadıkları, gördükleri ve hayat içinde yoğrulurken kazandığı pek çok farklı duygu bir anda yoğunlaşarak yeni bir eserin meydana gelmesine olanak tanıyor diye düşünüyorum. Anlık etkilenmeler ise bu birikimi bir esere dönüştüren kıvılcım vazifesi üstleniyor diyebiliriz.

8-Yeni besteleriniz ve albüm hazırlıklarınız var mı?

-Tabii ki pek çok yeni bestem ve bu bestelerden oluşan yeni bir albüm hazırlığım var. Biliyorsun yaklaşık bir senedir İstanbul’dan uzaktayım. Önce Çetinkaya’daki öğretmenlik süreci, ardından Muğla- Milas’taki 6 aylık askerlik bu çalışmalara kısa da olsa bir ara vermeme sebep oldu. Ancak bu zamanları da yeni besteler ve şiirler yazarak değerlendirdim. Şubat ayından beri yeni albümün altyapılarını hazırlamakla meşgulüm. Bu çalışmaları hazirana kadar tamamlayıp hazirandan sonra renk sazları ve okumaları tamamlamak üzere İstanbul’da stüdyoya girmeyi planlıyorum. Bu albüm de büyük ihtimal Eylül 2008 gibi yayınlanmış olur.

8-Bugüne değin nerelerde konser verdiniz?

-1994 den itibaren hem yurt içi hem de yurt dışı etkinliklerde olmak üzere pek çok sanatsal etkinliğe sanatçı olarak katıldım. Bunların hepsini saymak burada biraz fazla zaman alacaktır ama Viana’dan Kıbrıs’a, İstanbul’dan Sivas’a kadar pek çok yerde konserler verdim.

10-Konserlerinizde neler yaşıyor, nelere tanıklık ediyorsunuz? Paylaşacağınız anılarınız olmalı bizlerle!?

Tabii ki katıldığımız her konser ve etkinlik farklı duyguları ve farklı anıları beraberinde getiriyor. Gittiğiniz ülke veya farklı şehirlerde insanların ürettiklerinize değer verdiğini görmek, şarkılarınızın yada şiirlerinizin toplumun bilinç düzeyine etkileri olduğunu hissetmek çok güzel bir duygu. Bu konserler içerisinde hiç unutamadıklarım da var. Mesela 2002 de Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’nda Mahsuni Şerif’in ölüm yıldönümü dolayısıyla hazırlanan bir konsere katılmıştım. Harbiye Açıkhava tiyatrosu öyle bir konsere çok da fazla şahit olmamıştır diye düşünüyorum. Hem kalabalığın konser alanını hınca hınç doldurmuş olması, hem de seyircilerin tamamına yakınının seslendirdiğimiz eserleri bizlerle birlikte söylemeleri beni çok duygulandırdı. Ülkemizde popüler kültürün takipçisi olan ne yazık ki büyük bir kitle olmasına rağmen, halk kendi sanatçılarına medyada her gün çıkmasalar bile önemli derecede destek oluyor. Bu konser benim sanat hayatımda durmak istediğim yeri keskin çizgilerle belirlememde önemli bir katkı sağlamıştır.

11-Türk Müziğinin bugünkü durumunu değerlendirir misiniz? Hatalar, eksikler neler? Sizin pencerenizden yapılması gerekenler ve eklemek istedikleriniz nelerdir?

Sevgili Selçuk, bu soru bir doktora tezinin konusu olabilecek nitelikte kapsamlı bir soru. Şimdi bu konudaki düşüncelerimin tamamını anlatacak olursam bunu bir kitap halinde yayımlamamız gerekecek, onun için konuya kısaca değinmekle yetineceğim.

Türk müziği özellikle son 10-15 yıldır teknoloji ve icra teknikleri bakımında çok önemli bir aşama kaydetti. Yayınlanan albümlerdeki ses kalitesi, eserlerin düzenleme, seslendirilme ve çalınma biçimleri neredeyse yüzlerce yıllık bir gelişim sürecini son 10-15 yıllık bir döneme sığdırmayı başardı. Bunun hem teknolojik gelişmelerden, hem de açılan konservatuarların Türk Müziği’ne yaptığı olumlu katkılarından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Örneğin bundan 50 sene önce konservatuarlarda eğitilen kişilerin eğitim metotları ve ders içeriklerinin batı müziği kaynaklarından alınması, pek çok eksiklikleri beraberinde getirirken günümüzde her alanda olduğu gibi Türk Müziği alanında da uzmanlaşan kadrolar yılların verdiği bu birikimi öğrencilerine, yani günümüz sanatçılarının büyük bir bölümünü oluşturan mektepli sanatçılara aktarabilmeyi başarıyorlar. Dolayısıyla hem çok değerli ses sanatçıları, hem de çok başarılı virtüözler yetişti. Ancak icra tekniği ve yorumculuk anlamında bu derece başarılı sanatçılar yetişmesine rağmen, bunların sanatın temel esaslarını  benimsemeleri ve halka estetik değer yargılarını geliştirebilecek eserler ulaştırmaları sağlanamadı. Bu değer yargılarını yüzlerce sanatçıdan sadece birkaç tanesinde bulabilmek bir tesadüfün sonucu değildir. Atatürk’ün söylediği çok anlamlı bir söz var. “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” diyordu Atatürk. Ülkemizin geleceği olan gençlerin sanatsal alanda seçici, hayatı sorgulayan, nitelik bakımından dünya standartlarının üzerinde bir birikime sahip olması, onu medeniyet aleminde önemli bir yere yükseltecekti. Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan Köy Enstitüleri hem toprak reformunu tamamlamak, hem gençlerin iş içinde eğitilerek üretime katkıda bulunmalarını hedeflerken, bir yandan da  köyden başlayan bir eğitim sürecini sanatın her alanında destekleyerek yürütüyordu. Bu eğitim süreci 30-40 yıl gibi kısa bir sürede Anadolu aydınlanışını sağlayacak, yetişen bireyler edebiyat, müzik, dans, tiyatro vb. etkinlikleri en ücra köylere kadar ulaştırıp halkın eğitim seviyesini yükselterek hayatı sorgulayabilecek düşünsel yatırımı yapmayı hedefliyordu. Ancak başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere emperyalist güçler Anadolu insanının bu aydınlanma sürecinden kazanacağı ivmenin önüne geçmek ve Türkiye’yi Avrupa sanayinin tahıl ambarı olarak kaybetmemek  için bu seferberliği engellediler. Ne yazık ki hükümetlerimizin başındaki yöneticiler de aldıkları borçlar karşılığı Türkiye insanının bunun gibi pek çok önemli çalışmasını politik sebepleri bahane ederek yok ettiler. Daha sonraki yıllarda ise sanatın toplum ve bireyler üzerindeki pek çok olumlu etkisini ne yazık ki özellikle 12 Eylül sonrası iktidara gelen hükümetler görmek istemeyerek ülke gençliğinin bu yönde eğitilmesinin önüne geçtiler. Sonuç olarak politikacılarımızın önemli bir çoğunluğunda olduğu gibi sanatçıların da kişiliksiz bir sürecin halkaları haline gelmeleri sağlanmış oldu.  Son 28 yıllık bu sürecin toplumun diğer alanlarında olduğu gibi müziğe olan olumsuz etkileri ise arabeskleşme, popüler üretimleri sanat olarak değerlendirme, düşünmek yerine eğlenmeyi hedefleyen eserlerin yoğun bir biçimde ortaya çıkması ve benimsenmesi olarak kendini gösterdi. Yani son yıllarda hangi kanalı açsak karşımıza çıkan bu içeriği boş, üretmeyen ve kültürsüz sanatçıların ortaya çıkması birkaç günlük bir altyapıyla sağlanmadı. Sanatın her dalında olduğu gibi Türk Müziği’nin de sadece popüler müzik tarzlarından ibaret olmadığını algılayabilecek eğitimli insan sayısı ne yazık ki bu politik sebeplerden dolayı çok da fazla değil. Durumu çok kabaca açıklamaya çalıştım ama bu içinde bulunduğumuz sürecin sadece çok küçük bir bölümünden ibaret. Bunları uzun uzadıya konuşmak yerine bunlara karşı neler yapılması gerektiğini insanlara anlatmak çok daha doğru olacaktır diye düşünüyorum. Çünkü zaten içinde bulunduğumuz durum toplumumuzun bu alandaki halini gözler önüne sermeye yetiyor. Fatih ÜREK’i, Seda SAYAN’ı, Petek DİNÇÖZ’ü sanatçı olarak kabul edip onlara bu payeyi yakıştıran bir çoğunluğun eğitimini yeniden yapamayacağımıza göre, bundan sonraki eğitim politikalarını planlarken bu eksikleri göz önüne alarak bireyleri sadece müzik veya sanatın diğer alanlarında değil hayatın her alanında okuyan, üreten, düşünen ve sorgulayan bir yapıya kavuşturmak gibi bir görevimiz olduğunu unutmamamız gerekiyor. Kişisel olarak yaptığım bütün çalışmalarda bu sorumluluğu omuzlarımda hissettiğimi ve bu şekilde üreten sanatçı dostlarıma da yaptıkları her işte destek olmayı sürdürdüğümü belirtmek istiyorum. Zaten popüler kültür kendi içerisinde paraya ve lükse giden yolda her rezilliği mubah sayarken bizlerin bu onurlu mücadelede birbirimizi yalnız bırakmamamız gerektiğini düşünüyorum.

12-Aşk nedir sizce, tanımlar mısınız? Aşkın yaşamınıza ve müziğinize etkisi nedir?

-Aşk bence Hak’kın cemalini sevdiğinin gözlerinde görebilmektir. Bu tanım, tasavvufta “Ene’l Hak” denilen felsefenin benim hayatımdaki farklı bir tezahürüdür.

13-Peki şu soruyu sormak istiyorum, ancak ikisinden birini seçmek zorundasınız! Aşk mı önemli yaşamınızda, müzik mi? Neden?

Bu soru biraz “Tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan” sorusunu çağrıştırdı bende. Çünkü aşk olmadan meşk, meşk olmadan da aşk olmuyor. İkisinden birinden vazgeçmek ise ikisini birden kaybetmek anlamına geleceği için böyle bir tercihi yapmam.

14-Zaman zaman kaleme aldığınız çeşitli yazılarınızı okuyoruz keyifle. Bu yazılarınızdan birinde sanatçının nasıl olması gerektiğine değinmiştiniz. Nasıl olmalıdır sanatçı? Neler vermelidir topluma? Bugünün sanatçılarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Bu sorunun cevabını kısmen de olsa 12. soruda verdim diye düşünüyorum ama şunu da eklemeden geçemeyeceğim. Sanatçı yukarıda anlattığım gerçekleri görebilecek bilinç düzeyine sahip olup, yaşadığı toplumun sıkıntılarına her alanda ortak olan kişi olmalı diye düşünüyorum. Ancak sanatçı toplumun diğer üyelerinden farklı olarak bu sıkıntılara ortak olmakla yetinmemeli, halkı ileriye götürmek ve nasıl  aydınlatabileceğine yönelik fikirler üretebilmelidir. Fransız devrimini incelediğimizde bu aydınlanma sürecinin altyapısını sanatçıların hazırladıklarını görmek hiç de zor olmayacaktır. Onun için bu sorumluluğu taşıyan ve hayatın sadece çalıp oynamaktan ibaret olmadığını algılayabilecek derecede zeki insanların sanat içinde yer almaları gerekir.