KÖRLER DİYARINDA IŞIK SATAN ADAM

Söyleşi:İlke ERSOY

“İlk albümünüzün üzerinden üç sene geçti ve şimdi UMUT isminde yepyeni bir albüme imza attınız. Neden bu kadar ara verdiniz?”

-Aslında bu, üreten ve kendi kendini sürekli yenileme mücadelesinde olan biri için çok da uzun bir süre değil bence. Genelde ülkemizdeki müzisyenlerin hemen hemen her yıl birer albümleri çıkıyor ve dinleyici kitlesi de onlardan bunu bekliyor. Burada benim müzikle olan bağımın sadece ticari bir amacı olmadığı gerçeğini de göz ardı etmemek gerekiyor. Her ne kadar üretme anlamında bir sorunum olmasa da, ürettiklerimin Türkiye’nin müzik tarihinde iz bırakacak seviyede nitelikli işler olması gerektiğini düşünüyorum. Bundan dolayı da insan, bazı dönemlerde kendi kendine bir set çekip beklemesini bilmeli ve eserlerini topluma en nitelikli haliyle sunmalı. Sular barajı doldurduğunda elbette bir yerlerden yolunu bulup akacaktır. Nitekim UMUT, bu birikimlerin barajdan taşan bölümünü ifade ediyor bence.

“O zaman sizin için şunu diyebilir miyiz, albümünüzün çok fazla kişiye ulaşmasından çok sanatınızı anlayan hedef kitleye ulaşması sizin için daha önemli.”

-Bu doğru bir tespit. Ama burada ülkemizin gerçeklerini de göz ardı etmememiz gerekiyor. İnsan ürettiklerini birilerine bir şeyler anlatabilmek veya aynada kendini görebilmek için sergiler. Tabii ki en çok istediğim şeylerden biri, toplumun estetik değer yargılarının, yaptığımız işleri değerlendirebilecek seviyede olmasıdır. Ama ne yazık ki ülkemizde toplumun geneline hitap eden eserlerin içerik ve müzikal açıdan sığlığı, bize kültürel gelişimin istediğimiz seviyede olmadığını gösteriyor. İçinde yaşadığımız toplumun pop kültürüne gösterdiği bu ilgi, yine ne yazık ki sanatsal içeriği daha ağırlıklı olan üretimlere yönelmiyor. Bundan dolayı toplumun geneline hitap edebilecek eserlerle dikkatleri çekip, kendini popüler kültürün dişlileri arasında ezdirmeden üretimlerimize devam etmemiz gerektiğini düşünüyorum. “Sağ gösterip sol vurmak” gibi bir şey yani…

“Yaptığınız müziği ele alacak olursak bu tarz bir müzikle kendinizi doğru ifade edebildiğinize inanıyor musunuz?”

-Doğrusunu söylemek gerekirse hala bir şeyler arıyorum. İlk albümde yine çoğunluğu kendi eserlerimden olan bir çalışma yapmıştım. Ama tam olarak istediğim sesleri bulabildiğimi düşünmüyordum. Her ne kadar dinleyenler beğenilerini belirtseler de ben hala tam olarak istediğim müziği ortaya koyamamıştım. Bunun en büyük sebeplerinden biri de yeterli zaman ve maddi imkanı bulamamış olmamdı. Ama bu yeni albümde, çok daha uzun bir süreç geçirdim ve bu süreçte beynimde tasarladığım müziği geçmişe oranla çok daha başarılı bir biçimde ortaya koyduğumu düşünüyorum. Gerek bağlamayı kullanış tarzım, gerek bestelerimde kullandığım kompozisyon mantığıyla kendi kendime sorduğum bir çok sorunun cevabını UMUT adını verdiğim bu yeni albümde vermeyi başardığıma inanıyorum.

“UMUT sizi bu bağlamda tatmin edebildi mi peki? ‘Budur’ diyebildiniz mi?”

-Bu albümde “budur” dediğim bir sürü yön var elbet, ama bir sanatçı günün birinde “budur” derse, bir daha bir şey üretemez bence. Eğer yaptığınız işin zirvesine geldiğinizi düşünüyorsanız bir daha bir şey üretmezsiniz. Bundan dolayı arayış hiç bir zaman bitmemeli. Bence üretimin temel ilkesi yeniliklere açık olmaktır. Unutmamak lazım ki öğrendiğimiz her yeni bilgi bize yeni soruların ve yeni cevapların kapılarını açacaktır. Onun için yeni şeyler öğrenmekten asla vazgeçmemek gerekiyor. İnsan ancak bu sayede içinde yaşadığı toplumun kültürel birikimine olumlu katkılarda bulunabilir diye düşünüyorum.

“Biraz da aşktan sözedelim, UMUT’daki şarkıların sözlerine baktığımızda, bestelerin bir kısmında yaşanmış aşkların izlerini görür gibiyiz. Bu denli etkileyici söz yazmanızın nedeni aşk mı yoksa sadece edebi yetenek mi? Aynı zamanda şair olduğunuzu ve ‘Bir Deli Mavi’ isimli bir de şiir kitabınız olduğunu biliyoruz.”

-Aşk bence Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi… O gölgenin altından her geçişimizde onun serinliğinden ve huzurundan bir şeyler yakalıyoruz elbette. Bence sanatçıyı, sanatçı olmayandan ayıran en önemli fark, aynı şeyleri yaşıyor olmamıza rağmen bunları farklı biçimlerde anlatıyor olmamız. Yazdığım ve bestelediğim eserlerde yaşadıklarımın da önemli bir etkisi olduğu doğrudur. Bu albümde de bunun izlerini görmek mümkün tabii ki. “Şair” adlı bir şiirim var, ikinci kitapta yayınlanacak… O şiirden iki mısrayla cevap vermek istiyorum: “Şair tuhaf bir bilmecedir / Saklayamaz kendini…” demiştim. Buna gerçekten de inanıyorum. Sanatçı iç dünyasını saklayamıyor maalesef ve yaşananlar az yada çok eserlere yansıyor.

“Elbette; aşk, sanatın en değerli besin kaynaklarındandır… Murathan Mungan bir şiirinde şöyle der: ‘Kaç aşktan oluşmuş bir şeydi aşk.’ Buna inanıyor musunuz? Yoksa aşk sadece bir tane ve biz ömrümüz boyunca onu mu arıyoruz sizce?”

-Bence aşk sadece bir tanedir. Her bedende, her ruhta ayrı ayrı gördüğümüzü sandığımız aşk hep aynı cananın yüzüdür bence. İnsan bunu bazen birincide bazen binincide anlıyor maalesef. Önemli olan da bunu birincide bulup bir daha da kaybetmemek.

“Sizin bir de kişisel web siteniz var; hayranlarınız size en yakın oradan ulaşabilirler sanıyorum. İsterseniz bilmeyenler için internet adresinizi söyleyelim ve sitenin özelliklerinden biraz bahsedelim.”

-Web adresim, www.timisi.com, benimle ilgili daha detaylı bilgi edinmek isteyen herkese açık bir site. Ama bu “hayran” sözünü pek sevmiyorum ben. Çünkü hayran olmaya değecek bir şey yaptığımı düşünmüyorum. Bir terziye, bir çiftçiye, bir diş hekimine ne kadar hayran olunabilirse bana da o kadar hayran olunmasını istiyorum. Çünkü yaptığımız işlerin arasında pek fark yok. İşini iyi yapmaya çalışan herkes gibi ben de kendimi eğitip yaptıklarımda en iyiyi aramaya devam ediyorum; hepsi bu. Dolayısıyla insanların bana veya başka bir sanatçıya hayran olmasını pek anlayamıyorum doğrusu.

“Ali Haydar Bey, şimdi merak edenler olabileceğini düşünerek farklı birkaç soru sormak istiyorum; sizi sanatçı kimliğinizin dışında da tanımak isteyenler için… Öncelikle sizin için sıradan bir günün başlayışından bitişine kadar olan süreyi nasıl geçirdiğinizden başlayalım.”

-Bir kere benim için sıradan bir gün yok. Çünkü her gün yaşamaya ve üretmeye değecek kadar değerli. Genelde sabahları kalkıp traş olarak başlıyorum güne, sonra bir şeyler atıştırıp şirkete gidiyorum. Bu bazen sabah yedide oluyor, bazen öğleden sonra ikide oluyor. O günkü psikolojime ve iş trafiğime bağlı biraz da… Hemen her gün stüdyodayım. Çünkü kendi albümümün dışında pek çok sanatçının müzik albümlerinin de aynı zamanda müzik yönetmenliğini ve aranjörlüklerini yapıyorum. Son bir yılda yönettiğim albüm sayısı en az 5 tane olmuştur. Stüdyoda olmadığım zamanlarda da şirketin işleriyle ve randevularla meşgul oluyorum. Bazı hafta sonları çeşitli etkinlikler oluyor oralarda sahneye çıkıyorum… Kalkma saatim belli olmadığı gibi yatış saatimde pek düzenli değil. Bazen bir kitaba başlayıp sabah ışıyana kadar okuduğum veya stüdyoda bir şarkının aranjesiyle sabahı bulduğum oluyor. Yani kısacası günlerim rutin geçmiyor.

“Hobileriniz var mı? Hayatı müzikle yoğrulmuş bir müzik adamı olarak elbette ki bir an bile dışında kalmıyorsunuzdur işinizin, ancak özel zevkleriniz olduğunu da tahmin ediyorum.”

-Öncelikle edebiyatı çok seviyorum. Şiir yazıyorum, çeşitli araştırmalarım var. Genellikle geleneksel Anadolu halk kültürü üzerinde araştırmalar yaparak bazı yazılar yazıyorum.Fırsat buldukça tiyatro ve sinemaya da vakit ayırmaya çalışıyorum. Bir de iyi yemek yaparım. Ama evde fazla duramadığım için buna fazla vakit ayıramıyorum.

“Ne tür yemekler yaparsınız?”

-Yapamadığım bir yemek yok gibi. Börek açacak halim yok tabii ama her tür yemeği yaparım, özellikle yöresel yemeklerimizi seviyorum.

“Sivas’lı olduğunuzu biliyoruz. Sivas’ın en bilinen yöresel yemeği hangisi?

Sivas yemekleri içinde en bilineni Madımak’tır. Hatta Madımak adlı bir de türkü vardır. Bir yazıda okumuştum, yanlış hatırlamıyorsam Ruhi Su’nun bir yazısıydı. ‘Sivas halkının geçmişteki yoksulluğunun sembolü olmuş bir türküdür bu’ diyordu yazısında… İçimi burkan bir yazıydı. Çünkü insanların kış şartlarında özlemini duydukları şey öyle kral sofralarında hazırlanmış lüks yiyecekler değil, sadece o yörede yetişen ‘bir çeşit ot’tu. Yani madımağa bile hasret geçen kış şartlarının getirdiği bir türküdür bu türkü…

“Madımak deyince akla Sivas’ta kaybettiğimiz otuzüç aydınımız geliyor. Çok üzücü bir konu ancak bu konudaki düşüncelerinizi de almak istiyorum. Siz de Sivas’lısınız ve mutlaka içinizdeki acı kaleminizden sözcüklere dökülmüştür. Bizimle paylaşmak ister misiniz?”

-Maalesef tarihin karanlık sayfalarından birine böyle bir not düşüldü ülkemizde. Ve ben de duyarlılıklarını eserlerine yansıtma şansı olan biri olarak bu konuyla ilgili bazı eserler ve araştırma yazıları yazdım. Ülkemizde bir deprem gerçeği var ve bunu kabullenmemiz gerektiğini söylüyor Ahmet Mete Işıkara… Deprem kabullenilmesi gereken bir gerçek elbette ama bazı kabullenilemeyecek gerçekler de var maalesef. Yobazlık ve kökten dincilik bu gerçeklerin başında geliyor. Ne yazık ki kendi kitabımızda bile insan hayatının en dokunulmaz hak olduğu ifade edilirken, İslamiyet’e inandığını söyleyen bir grup 2 Temmuz günü Madımak Oteli’nde 33 insanımızı diri diri yaktı. Sivas halkı tarihe böyle kara bir lekeyle yazılmayı kendine yakıştıramıyor ve bu lekenin silinmesini istiyor. Çünkü Sivas denince akla ilk gelen şey 2 Temmuz’da yaşanan katliam. Son günlerde bu imajı değiştirmek ve orada ölen insanlarımızın gelecek nesillere anlatılabilmesi için sivil bir girişim başlatıldı. İsviçre’de yaşayan yazar Hasan Kaya önderliğinde başlatılan bu girişimi ben de destekleyenlerden birisiyim. Şu anda Madımak Oteli’nin bulunduğu yerde bir et lokantası var. Bu sivil girişim, et lokantasının yerine, 2 Temmuz Dostluk ve Barış Müzesi’nin kurulması için bir kampanya başlattı. Bu vesileyle benimde gönüllülerinden birisi bulunduğum “2 Temmuz Kültür Merkezi Dostluk ve Barış Müzesi Girişimi”nin internet sitesinin adresini vermek istiyorum. www.2temmuz.com Sivas’ın olduğu kadar ülkemizin de yüzüne sürülen bu kara lekeyi en azından bu şekilde silebileceğimizi düşünüyorum. Umarım o gün Madımak Oteli’ndeki insanlar diri diri yanarken onları seyredenler, yeni bir katliamın yaşanmaması adına bu kampanyaya destek verirler.. Sivas halkının büyük bir çoğunluğunun da bu duyarlılıkta olduğuna inanıyorum.

“Hayata karşı eleştirel bir duruşunuz var. Bunu dünya görüşünüze, politik düşüncelerinize bağlayabilir miyiz?”

-Aslına bakarsak benim hayata karşı değil de hayattaki olumsuzluklara karşı eleştirel bir duruşum var. Yoksa olumlu şeylere de sırf muhalefet olsun diye tepki vermiyorum. Türkiye’de geçmişten gelen gelenekler, belirli politik görüşlerin veya ideolojilerin benimsenmesinden çok, peşinden koşulacak, dağlara taşlara isimleri yazılacak liderlerin ortaya çıkmasını kolaylaştırıyor. Böyle bir politik arenada da en yırtıcı, en güçlü, en iddialı ve vaatleri en bol olan liderler sürekli kazanıyor. Sonuçta da bugün geldiğimiz manzara, böyle bir politika anlayışının bizi nereye taşıdığının en güzel göstergesi. Bu olumsuzlukları görüp de buna karşı tepkisini koymayan bir sanatçının bence toplumun yaşam standartlarının iyileşmesi sürecinde önemli bir katkısı olmayacaktır. Çünkü toplumun gelişimine direkt etkisi olan bir alanda üretimler yapıyoruz ve sorumluluklarımız var. Hayat sadece “kıl olmakla” “off offf” çekmekle geçmiyor. Birilerinin de çıkıp bütün olumsuzluklara karşı olumlu fikirler üretip, bunları halka anlatacak metotlar geliştirmesi gerekiyor. Yaptığım müzik tarzı olan “Folk Rock”ın da temelinde bu gerçek var zaten.

“Ülkenin gidişatından hoşnutsuz bir haliniz var. Gördüğünüz olumsuzlukları zaman zaman müziğinizle, şiirinizle de eleştiriyorsunuz, bu anlamda aydınlanmaya katkısı olan sanatçılardansınız. Peki sizce halkımızın üzerine düşen görevler yok mu? Mesela daha araştırıcı, daha bilgili, daha gözü açık olmak ve verilen her vaade kanmamak gibi.”

-Şimdi Türkiye’de şöyle bir gerçek var. İnsanlarımız 12 Eylül’den sonra eğitim kurumlarında tek tip ve hiçbir şeye tepki göstermemek üzere programlanarak eğitildiler. Düşünsenize Venezuela’da küçük bir zam bütün insanları sokağa döküyor. Türkiye’de insanların cebindeki parayı alıp çoluğunu çocuğunu aç bırakıyorsunuz sesleri çıkmıyor. İnsanların çocukları, anneleri, babaları hastane önlerinde kucaklarında ölüyor. Buna rağmen müthiş bir duyarsızlık var. Yine bir şiirimde şöyle bir mısra yazmıştım. “Her olağanüstü hal bir süre sonra olağanlaşıyor…” diye. Bu gerçekten de böyle ülkemizde. İnsanlar her şeyi olağan karşılıyor. Sınır komşumuz Irak’a nükleer silah olduğunu iddia ederek giren Amerika bu savaşı seyreltilmiş uranyum içeren silahlarla sürdürüyor. Yani uyuşturucu aramaya elindeki esrarı içerek giden bir polis gibi bir şey bu. Bu kadar olumsuzluğa karşı bir ülke düşünün ki insanları top yekün susuyorlar. Bu da son yirmi beş yıllık süreçte olan bir şey. Bir dönem, televizyonlarda izlediğimiz, öğrenci, memur veya işçi hareketlerine karşı yapılan saldırılar, coplamalar, gözaltılar zaten bu gidişata karşı çıkanın başına nelerin gelebileceğinin en açık propagandasıydı. Şimdi ben size soruyorum. Her gün televizyonlarda, gazetelerde, coplanan, kafasından kanlar akan, yerlerde sürüklenen insanları görürken; ve sizin de hakkınızı aradığınızda başınıza bunların geleceğini bildiğiniz sürece, siz sesinizi çıkarır mıydınız? Unutmayın ki koskoca Anadolu Kültürü’nde 10 tane Pir Sultan, 20 tane Dadaloğlu yok. Herkes kellesini koltuğunun altına alamıyor maalesef.

“Çok haklısınız. Gelelim radyo programcılığınıza. on parmağınızda on marifet var diyebiliriz sizin için. Uzun yıllar Yön FM’de çeşitli radyo programlarına imza attınız, sanırım albüm hazırlığı nedenli ara verdiniz. Programcılığın size kattıkları nelerdir ve yeniden başlamayı düşünür müsünüz?”

-Radyo programcılığı da benim gelişimime önemli katkıları olan bir süreçtir. 1994’de ilk kez bir radyo programına katılmıştım. Programın ismi ‘Genç Ozanlar’dı. Program boyunca sorulan sorulara heyecandan cevap veremedim; geveleyip durmuştum sözcükleri… Bu benim için çok önemli bir dersti. Hala o programın kayıtlarını saklarım. O program bittikten sonra, kendi kendime şunu sordum: Söyleyecek bir sözün yoksa neden sanatla uğraşıyorsun? Ya da söyleyecek bir şeylerin varsa neden söyleyemiyorsun? Hemen karar verdim ve kendimi yetiştirmek için yapabileceğim çalışmaları not ettim bir yere. Bunların başında okuyup araştırmak, sonra da bildiklerimi de insanlarla paylaşmak vardı. Peki nasıl paylaşacaktım? Bunu da öncelikle radyo aracılığıyla yapabileceğimi düşündüm ve bir program teklifi hazırlayarak Yön FM’e gittim. Oradaki idareciler de bu teklifi olumlu karşıladılar ve ben ilk olarak 1997 de ‘Anadolu’yu Aydınlatanlar’ adlı araştırmaya yönelik bir radyo programıyla işe başladım. Bu programlar farklı farklı formatlarla yaklaşık yedi sene devam etti. Birkaç farklı radyoda da değişik içerikli programlar yaptım ve bunları insanlara sundum. Bu dönemde bir çok konuda araştırmalar yaparak insanlara ulaştırmayı başardım. Bu araştırmalar aynı zamanda Anadolu halk ozanlarını ve kültürümüzü daha yakından tanımama sebep oldu. Programlara ara vermemin sebebi de 2002 de yaptığımız “Bin Yılın Türküsü” adlı etkinlik sırasında çok yoğun bir çalışma temposuna girmemdi. Ondan sonra da zaten bildiğiniz gibi Elit Müzik’i kurduk ve halen yoğun bir tempoda çalışmaya devam ediyoruz. Umarım kısa bir süre içinde tekrar radyo dinleyicileriyle buluşacak şartları sağlarım.

“Herkesin hayatta ‘olmazsa olmaz’ları vardır. Sizin için bunlar nelerdir? Bir obje, bir fikir, bir inanç, her şey olabilir; aklınıza ne gelirse.”

-Benim hayatımda olmazsa olmaz diyebileceğim en önemli şey üretmek desem yanlış olmaz. Hayatımın her alanında bir şeyler üretiyorum ve işin garip tarafı buna mecburmuşum gibi hissediyorum kendimi. Üretmeyen insanın tüketmeye de hakkı olmadığını düşünüyorum.

“Yeniden müziğe dönelim. Eminim ki tüm besteleriniz ve sözleriniz sizin için ayrı ayrı özeldir ancak, en özeli, en vazgeçilmesi hangisi?”

-Aslında bu güne kadar yaptığım iki yüzün üzerinde bestenin birbirinden hiç farkı yok benim için. Tıpkı bir ressamın aynı dağı birçok kere çizmesi gibi, her bestede aynı şeyi farklı renklerle anlatıyorum gibi geliyor. Haksızlıksa buna her seferinde farklı kelime veya notalarla başkaldırıyorum, hasretse her seferinde farklı bir yaraymış gibi hissediyor ve farklı anlatıyorum. Onun için bütün bestelerim ve bütün ürettiklerim benim için bir puzzle gibidir. Düşünsenize on bin parçalık bir puzzle’ın bir parçası bile noksan olsa yeri ne kadar kötü durur boşken…

“Her insanın özlemini çektiği bir şeyler vardır. Biraz derine inmek istedim de… Sizin özlemleriniz nelerdir, hayatınızda ne olsaydı her şey sizin için eksiksiz olurdu?”

-Maalesef insan nefsi hiç bir zaman her şeyin tamam olduğunu hissetmiyor. Onun için en büyük savaşı kendi nefsimizle vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Eğer bu savaşın galibi olmayı başarırsak zaten Neyzen Tevfik’in de anlattığı o ‘Hiç’lik mertebesine ulaşırız. Dolayısıyla da hayatta mutlu olabilmek için bir eksiğimiz kalmamış olur. Ama bu demek değil ki bir hırka bir asa yollara düşüceğiz. Sonuçta ürettiklerimizi doğru değerlendirdiğimiz sürece bütün özlemlere de kolayca ulaşabileceğimizi düşünüyorum.

“Sizin gibi bir sanatçı, yaşadığı müddetçe hedef belirlemekten vazgeçmeyecektir. Peki bir sonraki hedef nedir? Yeni bir albüm, yeni bir kitap? Bize ileride hayata geçireceğiniz projelerinizden biraz bahseder misiniz?”

-Tabii ki… İkinci şiir kitabım hazır durumda. İlk hedef olarak onu yayınlamayı düşünüyorum. Sonra; Ruhi Su’nun hayatıyla ilgili bir tez çalışmam olmuştu okulu bitirirken, onu da kitaplaştırmak istiyorum. Bu arada yüksek lisansı kazandım, eğitim hayat boyu sürecek gibi gözüküyor, orayı başarıyla bitirmek için uğraşırken bir yandan da müziğin içindeki yolculuğum hiç durmadan devam edecek. Birkaç tane farklı müzik albümü projesi var çalışmalarını sürdürdüğüm. Bunlardan biri enstrumantal bir bağlama albümü, bir diğeri ise film müziklerimle ilgili yine enstrumantal bir albüm çalışması… Bu kadar işin arasında üç senede bir albüm yapmak bile başarıdır bence. Öyle değil mi?

“Elbette başarı, her şeye birden yetişmeye çalışmak kolay değil, siz zoru başarmışsınız. Sizin için de uygunsa, aslında hiç bitirmek istemediğim bu güzel söyleşiyi, şiirlerinizden biri ile noktalamak istiyorum, seçim sizin.”

– O zaman yeğenim Zeynep doğduğunda yazdığım kısa bir dörtlük var. Onunla bitirelim.

Şimdi melekler şehrinde bir dolunaysın
Kıyamam, seni kül rengi bulutlar sarsın
Düşlerine al, sar beni uykularına
Bırak ömrümden ömrüne bir yıldız kaysın.

“Çok güzeldi, kaleminize sağlık. Sizin gibi bir ‘ışık’ ile söyleşmek benim için çok büyük bir keyifti. Vakit ayırdığınız için teşekkür ederim. Sanat yolunuz da yüreğiniz gibi her daim aydınlık olsun.”

-O ışığı fark edebildiğiniz için ben teşekkür ederim.