SEN UYUYORDUN
.
Çığlıklar saplandı geceye
Derin uykulardan uyandılar
Uzun yollarda tay gibi
Soluk soluğaydılar
Günebakan türküler söylüyorlardı
Altlarında kilimler
El emeği göz nuru
Alın teriyle dokunmuş ilmekler
Haram lokma geçmemişti boğazlarından
Sofraları yerde
gönülleri darda
Derin uykulardan uyandılar
kıl çadırlarda
Toprak gebeydi
Koynunda sızlayan sancısıyla yakıyordu ayakları
Sonra yılan,
çıyan,
börtü,
böcek
Hiç konuşmuyorlardı o sabah
Güneş kan rengi doğuyordu
Kızıl aleviyle boyuyordu kenti
Ve ağaçlar
Binlerce yaprağıyla titriyorlardı
Rüzgar
Kehribar peteklere bal taşır gibi
İhaneti,
yalanı
ve bütün rezilliğini ölümün
Toprakta çürüyen ten gibi
Ağır ağır dağıtıyordu semaya
Ve kuşlar
Korkunç bir depremden kaçarcasına
Sarı, kurşuni kanatlarını çırparak
En derin yeşili gibi kör bir kuyunun
Gökyüzünü kendi renklerine boyayarak
Göçüyorlardı kuzeye…
Sen uyuyordun…
Rüyanda en güzelinde cennet bahçelerinin
Ebedi bir huzura dalmışçasına
Yanağında gülüşün
Zümrüt yapraklarıyla süslenmiş saçların
Ve baş ucunda meleklerin beklediği bir yatakta
Çırılçıplak, saf
ve el değmemiş çiçekler gibi tertemizdin…
Bense gece vardiyalarında
Boş bir tren istasyonunda
Emekli bir şimendiferin hüznü gözlerimde
Bedenimde dolaştığım şehirlerin yorgunluğu
Ağır, aşınmış ve pas tutmuş yüreğimle
Üzerinde yol aldığım raylara hasret
Yanağıma vuran dallardan ayrı
Bir başıma ve alabildiğine yorgun
Gelen sabahı karşılıyordum
Ayak sesleriyle aralanıyordu sabah
Yanakları ıslak,
Makyajı akmış bir kadın
Ağlamış
Belli kırık kalplerle dolu valizi
Yürüyordu istasyonun soğuk yolunda
Dudaklarında yalan sevişmelerin izi
Gözlerinde hüzün bulutları
Ve ardından koşup gelecek birini beklercesine
Ya da “gitme” diyecek bir ses duymak için
Sessizce atıyordu adımlarını…
Geceden yıldız yağıyordu sabaha
Sen uyuyordun…
Ilık bir Çukurova gecesinde
İki yataklı bir otel odasında
Bambaşka bir kentin rüyalarına dalıyordun
Bense çok uzak bir ülkede hayal ediyordum aşkı
Prag’da
Bir son bahar yaprağı gibi düşüyordum sevdaya
Taş binaların koridorlarında uyuyordum
Vitava’nın iki yakası gibiydik
Sen Nove Mesto’da bir katedral
Ben Stare Mesto’da üçüncü sınıf bir otel odası
Ellerimi umudunla ısıtıyordum…
Hiç bir köprünün kaldıramayacağı hasretler
Nehirler boyunca ayırıyordu ikimizi
Kendi yüreğine küsmüş şehirler gibiydim
Karanlık yağmurlar altında
gri duvarlara çiziyordum aşkı
Adım başı bir tanıdığa rastlıyordum
Ama hepsiyle küstüm
Sessiz merhabaları içime gömüyordum
Yüreğim yarım kalmış sevdalarla dolu
Yüreğim şehir dışında kimsesizler mezarlığı
Ve sen bu derde düştün düşeli
Bütün dermanları bilsen bile
Bulutlarda mavi bir bakışa sarılmış
Ateşler içinde günün güneşin
Çaren aynalarda ince bir gülüş
Öylece uyuyordun…
Ve ne kadar sızlıyorsa gülüşün
Bir o kadar yanıyordun…
.
Ali Haydar TİMİSİ
İstanbul
.
ALL RIGHTS RESERVED
TÜM HAKLARI SAKLIDIR.
COPYRIGH © 2016 TMS REKLAM
.