Anadolu, içinde yaşattığı uygarlıkların kültürel ve sosyal mirasının buluştuğu bir ırmak gibidir. Üzerinde yaşayan her toplum onu yüzlerce renkten oluşan bir mozaik haline getirmiştir. Mimariden müziğe, halk oyunlarından geleneklere kadar pek çok değer aynı potada erimiş ve kendilerini adına Anadolu dediğimiz bu ortak yurtta ifade etme imkânı bulmuştur. Dünyanın hiçbir coğrafyasına nasip olmayan bu kültürel birikim, tarih boyunca içinde yaşattığı uygarlıkların toplumsal ve bireysel yapılanmasında önemli bir etken olmuştur.
Uluslar kültürlerini üzerinde yaşadıkları toprakların geçmişinden alırlar. Bundan dolayıdır ki Anadolu Halk Kültürü’nün şekillenmesinde M.Ö. 10. yüzyıldan günümüze gelinceye kadar pek çok milletin, pek çok kültürün katkısı olmuştur. Yani dünyanın en eski tapınak merkezi olarak kabul edilen, yaklaşık 12 bin yıllık geçmişe sahip Göbekli Tepe’den başlayıp günümüz Türkiye’sine uzanan bu yolda, üzerinde yaşayan her toplum Anadolu’ya bir şeyler vermiştir, ondan bir şeyler almıştır. Anadolu’nun dünya coğrafyası üzerinde doğu batı kültürlerinin tam ortasında kalışı ise bu etkileri diğer bölgelere oranla daha da artırmıştır. Bu sayede bin yıllardır oluşan Anadolu kültürü, içerisinde dünyanın en zıt kutuplarının bile yan yana yaşayabildiği bir hoşgörü merkezi haline gelmiştir. Anadolu’da yaşayan her millet bir önceki medeniyetten önemli derecede etkilenmiştir. Bu da binyıllardır oluşmuş bir zincirin her halkasını farklı bir medeniyetin oluşturmasına rağmen onun tek parça halinde yaşayan ortak bir kültür mirasına dönüşmesini sağlamıştır.
Aslan ve ceylanı aynı kucakta buluşturan Hacı Bektaş-ı Veli, “Ne olursan ol yine gel” diyebilen Mevlana, “Yaratılanı hoş gör, yaratandan ötürü” sözüyle insan sevgisini anlatan Yunus Emre, “Gelin canlar bir olalım” diyerek insanları birliğe beraberliğe çağıran Pir Sultan Abdal ve “Aynı varlık her bedende” sözüyle Tanrı’nın insanla bütünleşmesini ifade eden Aşık Veysel gibi ozanlar Anadolu kültürünün hoşgörü ve insan sevgisiyle biçimlenmesinde eserleri ve fikirleriyle önemli birer rol oynamışlardır. Bunlar gibi insanlığın en zıt kutuplarını bile aynı dergahta buluşturabilen Ahmet Yesevi, Hacı Bayram Veli, Abdal Musa, Kaygusuz Abdal, Şah Hatâyi, Kul Himmet, Muhyi, Erzurumlu Emrah, Karacaoğlan, Seyrani, Teslim Abdal, Dertli, Dadaloğlu ve Köroğlu gibi ozanlar da yüzyıllardan beri telden dile, dilden gönüllere süzülerek Anadolu halkını hep doğruya, sevgiye ve barışa yönlendirmişlerdir. Bunlar ve adlarını sayamadığımız pek çok Anadolu aydını bu topraklar üzerinde yaşayan ortak kültürün en önemli yapı taşları olmuşlardır. Onların fikirleri yüzyıllardan beri birbirlerine eklenerek günümüze kadar gelmiş ve insanları birbirine bağlayan ortak bir kültür mirasına dönüşmüştür. Adına Anadolu dediğimiz bu ortak miras ise, pek çok ozan ve düşünürün katkısıyla daha da zenginleşmiş, bu birikim yeni fikir ve sanat önderlerinin yetişmesinde önemli rol oynamıştır.
“Anadolu’nun Yedi Rengi” adını verdiğimiz bu çalışmada amacımız Anadolu’nun en önemli halk çalgısı olan bağlamayı, geleneksel halk ezgileri eşliğinde bir kez daha duyurmaktır. Yüzyıllardan beri çalınan türkülerimizi bu kez de benim mızrabımdan dinlerken, belki yüzünüzde Çamlıbel’in rüzgârlarını hissedecek, belki Torosların isyanına ortak olacak veya bir asker mektubu okurcasına hüzünleneceksiniz. Her ne olursa olsun eminim ki, bu türküler hepinize umut olacak ve daha nice yüzyıllar boyu Anadolu’nun ırmaklarında coşkun sular gibi çağlamaya devam edecektir.