POPÜLER KÜLTÜR VE SANAT ÜZERİNE

Somut nesneler yanında bazı düşüncelerin, amaçların, durum ya da olayların estetik beceri ve düş gücü kullanılarak ifade edilmesine yönelik, yaratıcı insan etkinliği olan ‘sanat’ ne yazık ki son on-on beş yıldan beri bilinçli olarak ‘içi boş üretimler silsilesi’ haline getirilmiştir. Yine ne yazık ki pek çok ulusal televizyon kanalında resim, heykel, bale, edebiyat, opera ve müzik alanında içerik ve biçim açısından nitelikli programlar yerine, bunun tersine yaptıklarıyla toplumun bilinç düzeyine hiçbir katkısı olmayan insanlara sanatçı payesi verilmektedir. Ekranlara yansıyan görüntülerde, resim sergilerinin yerine defile kulislerindeki tartışmaları, edebiyat söyleşilerinin yerine manken ve şarkıcıların dedikodularını, nitelikli konser etkinliklerinin yerine seviyesiz tartışma programlarını, tiyatro yerine ‘sanatını’ barlardaki erkeklerin kucağında ve bu barların çıkışındaki basın ordusunun önünden ciple geçerek icra eden estetik harikalarını ve onların müdavimi olan zamparaları, heykel ve bu tip güzel sanatların yerine de mermer kafalı popçu ve jilet yediren arabeskçilerimizi görmekteyiz. İşin garip tarafı, bizleri esas üzen, bu kirlenmede en çok pay sahibi olarak gördüğümüz magazin içerikli bu programların aymazlığı değil, bunların izlenme rekorları kırmasıdır. Sanat yapıtı, insanın ruh dünyasındaki birikimin ve hayal gücünün estetik yolla dile getirilmesidir. İnsanın cinsel kimliğini, çirkin yüzünü, özel yaşantısını, tüketime yönelik çılgınlıklarını ve kendi içinde bile tutarlı olmayan yanlarını öne çıkarmak için kullanılacak bir araç değildir. Yani şarkı sözü diye argo kelimelerden oluşan saçmalıkları yazarak, assolistim diye bedenini pervasızca sergileyerek, basın toplantılarında lahmacun yiyerek, ya da halkın cebinden haksız yere aşırdığı paraları kumar masalarında harcayarak sanatçı sıfatı kazanılmaz. Sanatçı her şeyden önce insanlık ve içinde yaşadığı toplum için artı bir değer üretmekle yükümlüdür. Ürettiklerinin içini yaşamıyla, yaşamının içini de söyledikleriyle doldurmak zorundadır.

Seksenli yılların başından beri bilinçsizce şekillendirilen ulusal kültür ve eğitim politikamızın ülkemize kazandırdığı bu meşhurlar zinciri ve onları izleyen ‘ağzı açık ayran delileri’nin oluşturduğu kitle, ne yazık ki geleceğimizi şekillendirirken sanatın ne kadar önemli bir etken olduğunu anlamayacak kadar bilinçsiz ve duyarsız bir hale getirilmiştir. Halkın bu konudaki uyanışını önlemeye çalışanlar, ne yazık ki bu konuda olumlu çalışmalar yapanların uğraşlarından kat be kat daha fazladır. Çünkü popüler kültürün ürettiği en önemli değer paradır ve para da bu insanların gözünde toplumsal statüyü yükseltmenin en temel aracıdır. Bundan dolayı toplumun yapı taşı olan sanatın ticari bir meta olabildiği ölçüde değer kazandığı gibi yanlış bir düşünce, bilinç düzeyi zayıf kitleler tarafından benimsenmektedir. Bütün bunların arasında, düşünen, üreten ve ürettikleriyle var olan fikir ve sanat adamları da, yaptıkları işte maddiyattan çok manevi değerlere sahip çıktıkları için, sanatsal faaliyetlerini sürdürebilmek için gereken imkanlardan yoksundurlar.

Hepimizin bildiği gibi sanat, sanatçının ve toplumun önce kendisini, daha sonra da dünyayı daha iyi tanımasını ve kendisini bu zenginliğin içerisinde ifade edebilmesini sağlayan bir uğraşı alanıdır. Şimdi ekranlara yansıyan sözde sanat eserlerini bir gözünüzün önüne getirin. Hangimizin aklına bir sergi, nitelikli bir konser, bir mimari yapı, bir seminer veya bir tiyatro eseri geliyor? Varsa yoksa bizi, bizden nefret ettiren içi boş eğlence etkinliklerinden başka ne kalıyor geride? Kaybettiğimiz ulusal kültürümüzü ve sanatsal değerlerimizi, plajlarımızda güneşlenen turistlerin mayolarının altında mı bulacağız? Yoksa şarkı ve türkü yarışmalarına kısa mesaj yollayarak mı? Eğer merak eder de bir fırsatınız olursa Tema Vakfı, Kızılay, Eğitim Gönüllüleri ve Mehmetçik Vakfı gibi yardım kuruluşlarında yapılan yardım kampanyalarının gelirlerini bir araştırın. Göreceksiniz ki bir şarkı yarışmasındaki elemelere gönderilen kısa mesajlardan elde edilen gelirler bile bunlardan daha fazladır. Elimizi vicdanımıza koymanın tam vaktidir diye düşünüyorum. Yunus Emre’den Mimar Sinan’a, Ruhi Su’dan Fikret Mualla’ya kadar binlerce yıllık kültür mirasımızı ve insani değerlerimizi bu kadar kolay ayaklar altına aldırmamalıyız. Bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki basın kuruluşunun onurlu çabaları da olmasa bizi biz yapan değerlerimizi unutup gideceğiz. Yine işin garip tarafı, halkın içerisinde bu yozlaşmadan rahatsız olan aydınların pek çoğu da, ekran karşısında çekirdek çitleyerek kaşınanlardan daha tepkisiz ve duyarsız görünüyorlar. Takip edebildiğimiz kadarıyla televizyon ve radyo programlarına en çok bu “çekirdekçi” tip insanların mesaj gönderdiklerini görüyoruz. Bu insanlar, görmek ve dinlemek istedikleri sanatçı ve programlar için çuvallar dolusu mektup ve sayfalar dolusu faks mesajı gönderiyorlar.

İsmet İnönü’nün bir sözü aklıma geliyor; “Bu memlekette namuslular da en az namussuzlar kadar cesur olmak zorundadır.” Bu sözden yola çıkarak, popüler kültürün yozlaştırdığı ve gözlerini tüketimin rengarenk boyalarıyla boyadığı bilinçsiz insanlarımız kadar, üreten ve sanatın ne olduğunu bilen aydın kitlelerin de duyarlı olması gerektiğinin altını çizmek istiyorum. Uluslararası arenada bizi ifade edecek olan kültürel ve sanatsal zenginliğimizi korumak adına bu duyarlılığı göstermek zorundayız. Dünya kültür ve sanatının oluşturduğu gökkuşağında bin yılları sırtlamış Anadolu’nun rengi gri olmamalı.

Ali Haydar TİMİSİ

 Kasım’05 / İstanbul

TÜM HAKLARI SAKLIDIR.
TELİF HAKKI © 2016  TMS REKLAM