SANATÇI KİMDİR?

Tolstoy, sanatın çıkış noktasından bahsederken  “İnsanın bir zamanlar yaşamış olduğu duyguyu, kendinde canlandırdıktan sonra, aynı duyguyu başkalarının da hissedebilmesi için hareket, ses, çizgi, renk veya kelimelerle belirlenen biçimlerle ifade etme ihtiyacından sanat ortaya çıkmıştır” der.  İnsan, nasıl duymaya, düşünmeye başladığı andan itibaren kelimenin gerçek anlamıyla hayata girmiş olursa, insanlık da duygularını ve düşüncelerini sesler, çizgiler ve renklerle canlı ve cansız simgeler halinde şekillendirmeye başladığı andan itibaren, gerçekten tarih sahnesine çıkmış olur. Sanatta güzeli, bilimde doğruyu arayan insan ruhu ve zekâsı, aslında kendini aramaktadır. Her sanat eseri, var olan bir düşünce veya bir nesneyle ilgilidir; belli bir varlığı veya sanatçının zihninde canlandırdığı soyut bir kavramı anlatır, ondan bir kesit ortaya koyar. Bir resim, belli bir tabiat parçasının resmidir veya bir insan görüntüsüdür. Bir tiyatro oyunu, belli olayların simgelenmesidir. Bir şiir ya da müzik parçası, ya tabiattan ya da insan ruhundan ve duygularından bir anlatımdır. Sanatçının gördüğü, kavradığı ve gerçeklik olarak belirlediği varlığın bilgisi, sanatın öz konusunu oluşturur.

Yarattıkları eserlerin içerik ve biçimleri birbirinden farklı olsa da, bütün sanatçıların ortak bir özellikleri vardır; hoşa gitmek, beğenilmek isteği. Bu açıdan bakıldığında, sanatın bir başka basit tanımını da « Hoşa giden biçimler yaratma gayreti » olarak yapabiliriz. Ancak hoşa giden biçimler yapma gayreti de tek başına sanatı anlatmaya yetmez. Çünkü hoşa gidilen bir şeyler yaparken yaratılan eserin bir takım estetik biçim ve ifade şekillerine bürünmesi de gereklidir.
Bugün Türkçe’de iyi yapılan her iş için “sanat” kelimesinden yararlanıp; “askerlik sanatı”, “güzel konuşma sanatı” gibi kalıplar kullanılır. O halde, yapılan bir iş veya hareketin, güzel, gelişmiş ve etkileyici bir biçimde görünmesi, onu bir sanat olarak tanımlamamıza sebep olmaktadır. Başka bir açıdan bakacak olursak, insan yaptığı işi yüceltebildikçe, ona kendi ruh dünyasından bir parıltı katabildikçe, sanat olgusuna biraz yaklaşabilmiş sayılır. Yani sanatın ayırıcı özelliklerinden biri, onun günlük, basit ve sıradan şeylerin üstünde olmasıdır.
Halk arasında “sanat” kelimesi; “insanların ihtiyaçlarından birisinin karşılanması konusunda öğretilen ve yapılan iş” anlamında kullanıldığı gibi, “ustalık, hüner, marifet” anlamında; “Bu işte sanat vardır; kolay değil o da bir sanattır.” şeklinde de kullanılmaktadır. Bizim konumuz olan sanatı kuyumculuk, marangozluk gibi maddi fayda gözeten sanatlardan ayırabilmek için öncelikle şu sınıflandırmayı yapmamız gerekir.

a) Pratik veya endüstriyel sanatlar (zanaat)

b) Güzel sanatlar

“GÜZEL SANAT” kavramı içinde, sanat’ı şöyle tanımlamak da mümkündür: “İnsanların, tabiat karşısındaki duygu ve düşüncelerini çizgi, renk, biçim, ses, söz ve ritim gibi unsurlarla güzel ve etkili bir biçimde ve kişisel bir üslûpla ifade etme çabasından doğan ruhsal bir faaliyettir.” Bu tanımlamadan yola çıkarak sanatçı iç dünyasındaki duygu ve düşüncelerini sanatın herhangi bir alanında güzel ve etkili bir biçimde, kişisel bir üslupla ifade eden kişidir diyebiliriz.
Güzel sanatlar deyince, insanın ilk çağlardan bu yana kendini ifade ettiği, tam yetkinleşemediği dönemlerden, günümüze kadar gelen resim, heykel, dans, müzik, tiyatro, anıt, köprü, şiir, roman ve bunun gibi örnekleri sayabiliriz.

Bu sınıflamadan sonra Güzel Sanatlar dediğimiz kavramı kendi içerisinde Geleneksel ve çağdaş olmak üzere iki biçimde sınıflamak, bize bazı kolaylıklar getirebilir.
        

Geleneksel sınıflama, güzel sanatları, hitap ettiği duyu organlarına göre sınıflar. Sözgelimi “görsel sanatlar” (plâstik sanatlar), göze ve görmeye dayanan sanatları, resim, heykel, mimari gibi dalları bir grupta toplar. Fonetik sanatlar, müzik ve türleri ile edebiyatı; ritmik sanatlar ise, hem görme ve hem de hareketle ilgili olan opera, bale gibi sanatları kapsamaktadır. Ancak, bu sınıflandırmanın ister istemez dışında kalabilen bazı türler de olabiliyordu. Söz gelimi karikatür veya seramik gibi. Bu sebeple, daha çağdaş bir sınıflandırmaya gerek duyulmuştur. Bu sınıflama, söz konusu edilen sanat dalının niteliği ve tekniği göz önüne alınarak yapılmıştır. Buna göre de güzel sanatları yedi farklı başlık altında toplayabiliriz.


     Yüzey Sanatları :
Tüm iki boyutlu sanat çalışmaları, yani bir eni ve bir boyu olan kâğıt veya tuval üzerine, bir duvar ya da kumaş üzerine uygulanan sanatlardır: Resim ve türleri (yağlı boya, sulu boya, baskı sanatları, afiş, grafik çizimler ), duvar resmi, minyatür, karikatür, fotoğraf, batik, süsleme vb.

    Hacim Sanatları : Üç boyutlu sanat çalışmalarıdır. Sözgelimi heykel, seramik, anıtlar gibi.

   Mekân Sanatları : İç ya da dış mekânı içine alan ya da düzenleyen sanat dallarıdır. En başta mimarî olmak üzere (bahçe mimarîsi, peyzaj mimarîsi), çevre düzenlemesi gibi mekâna ilişkin tüm tasarım çalışmaları.

   Dil Sanatları : Edebiyat ve yazı türlerini kapsayan sanatlardır: Roman, hikâye, şiir, deneme, tiyatro metni, film senaryosu vb. gibi.

    Ses Sanatları : Müzik ve bütün türlerini kapsayan sanatlardır : Halk müzikleri, klâsik müzikler gibi.
   

   Hareket Sanatları : İnsanın, bedeniyle anlatım gücü kazandırdığı sanatlardır: Bale, dans türleri, halk dansları, pandomim vb.
   

   Dramatik Sanatlar : İnsanın, eyleme dönüşmüş ifadelerle kendini veya bir olayı, bir olguyu anlattığı sanatlardır: Tiyatro, opera, müzikal oyun, kukla gibi sahne sanatları, sinema, gölge oyunu gibi türleri buna örnek olarak gösterebiliriz.

Böylece, bütün sanat dallarını içine alan bir sınıflandırma yapmış olduğumuzu söyleyebiliriz.

Bu sınıflandırmadan sonra sanatın ve sanat eserinin taşıması gereken ön önemli özelliklerinden birine değinmek istiyorum. Bu da “güzellik” kavramıdır.
Güzellik, estetik ilminin ele aldığı bir kavram olarak, çağlara ve düşünürlere göre değişik anlamlar kazansa da, sanat eserlerinde bulunması gereken en önemli şeydir. Ancak, sanat eserindeki güzellik, o eseri meydana getiren elemanların veya figürlerin yalnız başına güzelliği demek değildir. Yani, kendi dönemi içinde çok güzel kabul edilen “Venüs”ün bir tabloda yer alması, o tabloyu güzel yapmaya yetmez. Daha değişik bir ifade ile söylersek; sanatta, “neyin” yapıldığı değil, “nasıl” yapıldığı önemlidir. Sözgelimi yaşlı, yüzü buruşmuş bir kadının güzel olduğu söylenemez. Ancak Dürer’in ” Yaşlı Kadın Portresi ” ne kim çirkin diyebilir. O halde buradan çıkan sonuç şudur: Sanatta güzellik, eserin ifadesindeki güzelliktir. Sanatçı, eserine konu olarak çirkini de almış olsa, çirkini güzel bir biçimde ifade edebilen kişidir.

Bu noktada, yine Tolstoy’dan bir alıntı yapmak istiyorum.

      “Çağımızın ve yaşadığımız ortamın sanatı, bir hayat kadınından farksız. Bu benzetme en küçük ayrıntısına kadar doğrudur.

      Gerçek sanat yapıtı, anne karnındaki çocuk gibi, sanatçının ruhunda, daha önceki yaşamın meyvesi olarak nadir zamanlarda ortaya çıkar. Ama düzmece sanat, dur durak bilmeden çalışan bir zanaatkar işidir. Gerçek sanat, kendisine aşık bir kocası olan kadın gibi, süslenip püslenme gereksinimi duymaz. Düzmece sanat ise, bir fahişe gibi her zaman süslü püslü olmak zorundadır.”

      Gerçek sanatın kökeninde, birikmiş bir duyguyu dile getirmenin iç zorunluluğu vardır ve bu, bir annede, gebeliğin kökeninde aşkın bulunmasına benzer. Düzmece sanattaki güdü, tıpkı fahişelikte olduğu gibi kazanç elde etmeye kapılmaktır.

    Yani sanatçı yarattığıyla iç dünyasındaki zenginliği topluma arz ederken her hangi bir süslemeye gerek duymayan kişidir. Onun sanatındaki süs, eserindeki estetik değer yargılarının gelişmişliği ve sanatının ifade ediliş biçimidir. Sanatçı, yarattığı eserlerin kaynağını kendi iç dünyasındaki manevi değerlerden alan kişidir.

Sıradan insanların sosyalitesini oluşturan şey, sanatsal etkinliklerdir. Bir sergiyi gezmek, bir tiyatro oyununa gitmek vs.. Bu etkinlikleri hazırlayan kişiler yani sanatçılar ise, toplumun bir adım önünde olmak zorundadırlar. Zira sanatçı filozof demektir aynı zamanda. Sanatına kalıcılık kazandırabilmesi için mutlaka felsefesi sağlam olmalıdır.

Tolstoy’un yukarıda değindiği ‘sanat’ ve ‘düzmece sanat’ ayrımı tam da büyük bir çoğunluğun günümüz ortamındaki gibi yarını olmayan popüler ürünleri, artan bir taleple tüketiyor olmasında berraklaşıyor. Gerçek sanat eserinin reklamı yapılmaz. Reklamı yapılan sanat düzmecedir. Reklamı yapıldığı için, içinde para kazanma kaygısı vardır ve böyle bir kaygıyla hareket eden sanatçının ‘gününü kurtarmak’ dışında bir kaygısı olamaz. Kendi gününü kurtarmayı düşünen sanatçı da, kitlesini yarınsızlaştırır. Gerçek sanat eseri, tüketicinin önüne koyulan değil, tüketicinin arayıp bulduğu eserdir… Dolayısıyla sanatçı, yarattığı eserleri topluma arz ederken ondan maddi bir çıkar beklentisi olmadığı için herhangi bir reklama da ihtiyaç duymayan kişidir.

Popüler olan ürün bir müddet sonra yok olur. Ama yok olmayan bir sürekliliği var popülerliğin; sadece oyuncuları değişiyor o kadar. Bundan iki yıl önce kimselerin dilinden düşmeyen şarkıları yazan pop müzikçi, eğer yeni bir saçmalık üretmediyse artık adı bile anılmaz olur. Geçmişin bir köşesinde kalır sadece. Popüler olan ürün, ticari kaygılarla üretildiğinden mutlaka insanı özden, insanı duygulardan uzaklaştırır. Çünkü kaygısı çok satmak ve tutulmaktır.

Müzikten bir örnekle devam edelim: Yakın zamanda yitirdiğimiz Fikret Kızılok, 67- 68 yılları arasında yaptığı müzikte farklı bir tarz denemişti. Bu tarz farklılığının nedeni arayış içinde olması ve eline gitarı alıp, o dönem hayatta olan halk ozanı Aşık Veysel’in yanında iki ay yaşamasıydı. Kızılok gitarının akordunu Aşık Veysel’in sazına göre akort edince farklı bir zenginliği keşfettiğini anlamıştı. Devamında yaptığı türkülerin batı enstrümanlarıyla çalınması ve her yerde söylenir olması sanatçıyı popüler kılmıştı. Sonrasında Fikret Kızılok, bütün hayranlarını şaşırtacak bir kararla müziğe ara verdiğini söyleyerek kendisini geri çekti. Nedenini de şöyle açıklamıştı: ‘%80’i kitap okumayan, üretmeyen arabesk bir toplumda, çok satan ya da rağbet gören ürünün nitelikli olması mümkün müdür? Benim yaptığım müziğin bu denli rağbet görmesi beni rahatsız etti. Demek ki eksiklik var bir yerlerde; dolayısıyla niteliğimi sorgularken amacımı da belirlemek istiyorum. Benim için %5’lik bir entelektüel kesimin beğenisini alıp, kalıcı müzik yapmak daha önemli.’

Popüler olan mutlaka yozlaşmayı beraberinde getiriyor. Popülariteden beslenen kesim farkında olmadan insani duygulardan ve özünden uzaklaşıyor. Kavramların içi boşalıyor. Aşk’ın yerini, bayağılaştırılmış cinsellik alıyor. Sevgiliye söylenecek bir yığın güzel söz varken; ‘kız hepsi senin mi?’ ya da ‘bandıra bandıra ye beni’ ile toplum kendi kendini yiyip bitiriyor. Az önce verdiğimiz bir örnekte sanatta, “neyin” yapıldığı değil, “nasıl” yapıldığı önemlidir sözünü vurgulamıştık. Demek oluyor ki sanatçı yarattığı eserde çirkin olan bir şeyi bile güzel ifade eden kişidir. Yani sanatçı olabilmek için güzel olan bir şeyi güzel ifade etmek de yeterli olmuyor. Aynı zamanda güzel olanı çirkinleştirmemek gibi bir kaygı da ortaya çıkıyor.  

      ‘Sanatın çıkış noktası yaşamdır.’ Der, Bertolt Brecht. Yaşamın sadece tüketimiyle ilişkilenmiş sanat eksiktir, tükenmeye mahkumdur.

Güncelin ve yaşamın sıradanlığını insan, sanatın büyüsüyle aşar. Sanatçı, dünü ve bugünü geleceğe taşıma yetisiyle, zamanın ileriye doğru önü alınmaz akışını duyurandır.

Bunların dışında ülkemizdeki sanat ve sanatçı kavramlarının neden           gelişemediği ve içi boş kelimeler haline dönüştürüldüğü hakkında da birkaç şeyler            söylemek istiyorum. Bilindiği gibi psikolojide Abraham Maslow’un “Motivasyon        Teorisi”nde ihtiyaçlar hiyerarşisi şu sırayla belirlenmiştir

1-        Fizyolojik ihtiyaçlar; Hayat için gerekli maddelerden birinin eksikliğini hisseden insan, derhal o ihtiyacının karşılanması için harekete geçer. Aç olan insanın bütün zihni faaliyetleri, açlığını giderme yönünde yoğunlaşır. Açlık dışında hiçbir ihtiyacı olmadığını sanır. Bu ilk fizyolojik ihtiyacını giderdiği anda ise, başka bir ihtiyacı duymaya başlar.

2-      Korunma İhtiyacı: Bu defa insan korunma yollarını arayan bir makine haline gelir. Topluluk hayatında meydana gelen örgütlenmeler, nüfuzlu kimselerin himayesine girme, huzur sağlamaya yönelik fikri, felsefi ve dini akımlar hep bu ihtiyacın sonucunda ortaya çıkmaktadır.

3-      Sevgi ihtiyacı: İlk iki ihtiyacını gideren insan, dost, arkadaş, sevgili edinerek duygularını paylaşmak ister.

4-      İtibar ihtiyacı: Bu ihtiyaç insanı toplum içinde ehliyet sahibi olma, güç kazanma, kendini çevresine kabul ettirme faaliyetlerine sevk eder.

5-      Kendini gerçekleştirme ihtiyacı: İnsan, sayılan bu dört aşamada tatmin edilmiş duruma yükselmekle beraber, eğer psikolojik arzularını yerine getiremiyor, ferdi yeteneklerinin gereklerini ortaya koyamıyorsa yine mutlu değildir. Mesela; edebi duygusu kuvvetli ise, şiir, roman, hikaye, piyes yazmalı; sese karşı hassas ise müzik eseri ortaya koymalı, bir enstrüman çalmalı; zihni kapasitesi elverişli ise, felsefe veya ilimle uğraşmalıdır. İşte bu son gayretler, yüksek kültüre yöneliş ve ilerleyiştir. Dolayısıyla kültürel bir faaliyet olan sanat, insanın tabiatta ilk dört ihtiyacının karşılanmasından sonra ortaya çıkan bir ihtiyaçtır.

İhtiyaçlardan her birinin yüzde yüz şart olmadığı, bir ihtiyacın yarısından fazlası     giderilince, ondan sonraki ihtiyacın hissedilmeye başlandığı Maslow ve ondan sonraki        birçok araştırmacı ve bilim adamı tarafından tespit edilmiş bir gerçektir.

Motivasyon Teorisi’nden ülkemizdeki sanat ve sanatçı tanımlamaları adına şu       sonuçları çıkarabileceğimizi düşünüyorum.

  1. Hangi şart altında ve nerede olursa olsun, sıralanan “ihtiyaçlar”ı karşılayabilen herhangi bir fert kültür yaratma ve kültürel bir faaliyet olan sanatı algılayabilme gücüne sahip olmasına rağmen, bu ihtiyaçlardan herhangi birini karşılayamayan bireyler gerçek sanatı algılayabilecek bilinç düzeyine hiçbir zaman ulaşamazlar.
  2. İnsanların kültürel gelişim süreçlerini engelleyip düşünmelerini, dolayısıyla ülke sorunları ve kültürüyle ilgili faaliyetlerde bulunmalarını engellemek için fizyolojik ihtiyaçlarını tatmin etmesini engellemek yeterlidir.
  3. Suni yollardan da olsa bir terör havasının baskısı altına giren insanlar, daha yüksek seviyedeki ihtiyaçlarını hatırlamayacakları için kolayca her emre boyun eğen ve sadece kendilerine verilenle yetinen sürüler haline gelecektir.

Son olarak bu bilimsel verilerin de ışığı altında, sanatçıyı, toplumun ihtiyaçlarını görerek, ürettiği eserlerde ülke koşullarındaki olumsuzluklara karşı çözüm yolları üretebilen ve bu sayede toplumun geleceğine yön veren kişi olarak tanımlanın hiç de yanlış bir tanım olmayacağını düşünüyorum.

Kaynakça:

Prof.Dr. C.Can AKTAN, 2000’li Yıllarda Yeni Yönetim Teknikleri (4): İnsan Mühendisliği, İstanbul: TÜGİAD Yayını,1999.

Cemi’i Can DELİORMAN, Sanat Sorunu, Halis Sanat ve Toplumsal İzdüşümleri, http://www.hurriyetim.com.tr/agora/article.asp?sid=1&aid=61

 Nalan YILMAZ, Sanat Üzerine Düşünceler, http://www.hurriyetim.com.tr/agora/article.asp?sid=12&aid=462

Yard. Doç. Dr. Enver YOLCU, Sanat,  http://www.geocities.com/enveryolcu

  Ali Haydar TİMİSİ

 Kasım’05 / İstanbul

TÜM HAKLARI SAKLIDIR.
TELİF HAKKI © 2016  TMS REKLAM